Volkanik bir ada olan Santorini’ye 2 yıl önce de gitmiş ve hayran kalmıştık. Uzaktan bakıldığında ada çıplak ve boş görünse de gezdiğinizde fikriniz tamamen değişiyor. Adaya tekneyle gelenlerin ayak bastıkları farklı noktalar mevcut ancak gemiler için tek seçenek var.

Açıkta demirleyen gemimizden tekneler vasıtasıyla kıyıya yanaştık ve teleferik kuyruğuna girdik. Bulunduğumuz noktada sadece birkaç hediyelik eşya satan dükkan ve tekne turu düzenleyen ufak işletmeler var. Esas yerleşim yeri olan tepeye çıkabilmek için burada 3 seçenek var. Sonsuz gibi görünen merdivenlerden tırmanmak, eşek sırtında çıkmak ya da teleferik… Daha önce olduğu gibi biz yine teleferiği tercih ettik. Yükseklik korkusu olan kişilere pek uygun olmasa da özellikle yukarıya doğru çıktıkça manzara muhteşem..


Varış noktamız olan Fira, oldukça hareketli bir şehir. Teleferik çıkışında sağa doğru yöneldiğinizde solunuzda deniz, sağınızda muhteşem evler var. Yolun sonunda ise 70’li yıllardan kalmış gözüken havasıyla bir açık hava sineması. Ara sokaklarına daldığınızda ise bembeyaz evlerin renkli bahçelerinde limon ağaçları ve erguvanlar insanı başka bir dünyaya götürüyor.

Fira, gece hayatı ve alışveriş tutkunlarına hitap eden şık butikleriyle tanınıyor. En dar sokaklarında bile dünyaca ünlü markaların mağazalarına rastlamak mümkün. Adanın genel olarak en çarpıcı özelliği ise denize bakan yamaçlara sıralanmış mağara tipi bembeyaz evler. Kapladıkları sınırlı alana rağmen evlerin olmazsa olmazı önlerindeki yüzme havuzları. Zira bu yükseklikten denize girmek için aşağıya inmek oldukça yorucu ve belli başlı plajlar dışında adada denize girmek zaten kolay değil.


Bu defa gitme şansımız olmasa da Perissa Plajı bu sebeple görmeye değer yerlerden. Santorini’nin diğer adalar gibi bembeyaz kumlu plajları yok. Tam tersine volkanik yapısından dolayı ada, kırmızı ve siyah renkli kumsallara sahip. İşte bu kumsallardan biri olan Perissa, denize girebileceğiniz ve kıyıdaki balık lokantalarında nefis bir Akdeniz mutfağı ziyafeti çekebileceğiniz güzel bir sahil kasabası.

Bu plaj siyah kumsalıyla ilk görüşte bizi çarpmıştı. Denize girerken tanıştığımız adanın yerlisi dünya tatlısı yaşlı iki kız kardeş eşimle birlikte söyledikleri Rumca şarkıyla hala hafızamızda yer alır.

Santorini adasının tanıtımlarında en çok yer alan meşhur köyü Oia, şimdiki hedefimiz.

Küçük grubumuza bu ada turu için katılan yeni evli sevimli genç çifti de alarak Fira’yı boydan boya geçtik ve daha önce keşfettiğimiz derme çatma şehir terminaline gittik. Otobüse atladığımız gibi yaklaşık yarım saat sonra Oia’daydık.

Meşhur meydanı ve kilisesinin önünden geçip daha da meşhur olan köyün yamacındaki mavi kubbeli kiliseye ulaştık. Sezondan dolayı tam bir izdiham yaşansa da çok güzel fotoğraflar çekmeyi başardık. Fira gibi tepede kurulu bir köy olan Oia, yine yamaçtan aşağıya kat kat teras şeklindeki mimarisi ve göz alıcı güzellikte evleriyle tam bir fotoğraf cenneti. Oia’ya doyamadan dönerken bindiğimiz otobüsün şoförü, ada yaşamına özgü tarzıyla bizi yine kaplumbağa hızıyla gayet telaşsız bir şekilde Fira garajına bıraktı.

www.gezibir.com / Esra Könüç / Santorini

Akşam saatlerinde ışıkların yanmasıyla bu defa bambaşka bir güzelliğe bürünen şehirden üzülerek ayrılıp yine teknelerle giderek gemimize bindik.

Yeni rotamız olan Girit, Yunanistan’ın en büyük adası ve aynı zamanda eşimin dedesinin mübadele esnasında Girit’ten Türkiye’ye göç edene dek yaşadığı topraklar. Bu sebeple eşsiz bir lezzete sahip olan Girit mutfağı bizim aşina olduğumuz bir kültür.

Balkan savaşlarından sonra Osmanlı’dan ayrılan Girit’te en çok Osmanlı ve Venedik izleri mevcut. Geminin yanaştığı Kandiye (Heraklion) adanın en büyük kenti.

Liman bölgesinde yer alan Venedik kalesi ise şehrin simgesi. Uygun bir giriş ücretiyle gezdiğimiz bu kale, önceleri bir gözetleme kulesi iken zaman içinde eklentilerle bir kaleye dönüştürülmüş. Alt katı cephanelik ve hapishane,üst katı askeri karargah olarak tasarlanmış.
 

Şehrin merkezindeki 25 Ağustos caddesi kafeler,restoranlar ve adım başı müzeleriyle çok renkli bir cadde.Özellikle Girit Tarih Müzesi Venedik tarzı mimarisiyle görmeye değer güzellikte.Cadde tamamen klasik tarz böyle görkemli binalarla dolu.Çok fazla kalamasak da Zorba’nın yazarı Nikos Kazancakis’in memleketi olan Kandiye şehrini beğendik.Bir dahaki sefere adanın diğer şehirlerini görmek için arkadaşlarla sözleşerek Girit’ten ayrıldık.

Şimdiki rotamız Atina ancak burayı Mikonos’u son bölümde paylaşacağım:)

3. bölümde buluşmak dileğiyle..

Sevgiyle kalın.

“Uzaklara gitmek,denizler,sınırlar,ülkeler,inançlar aşmak fırsatı çıktığı zaman hiç duraksama.”

Amin Maalouf

CHIC HOTEL SANTORINI

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here